Elbette burada bahis mevzuu olan şey güzellik yahut çirkinlik değil; ancak ne yapayım ki, aynada kendime baktığımda, tiksinerek yüzümü çevirdiğim bir çağdaydım.

Yaprak döken ormanlar gibi hüzünlüydüm, bahar gelince yeşereceğimi bilmiyordum. Akılsızlık işte! Kendi kendime ‘Hiç de dikkat çekecek biri değilim, başını kaldırıp yüzüme bakmaz bile!’ diyordum. Bütün bir hafta, bana ayrılan küçücük bir odada, saçlarımı türlü şekillere soktuğum halde kendimi beğenmedim. Seni üniformanın içinde gördüğüm gün hissettiğim utangaçlığı düşünüyordum. Bunun manasını anlamadığım, aşkın ne olduğunu bilmediğim için, ezici ve sıkıntılı bir yavaşlıkla, hüzünlü şarkılar dinliyordum.

Bir sabah teyzen senin artık bizimle aynı apartmanda oturacağını söyledi. Sevinçle, üstteki boş daireyi gezdik. Bu hiç beklenmedik gelişme dünya isteklerinin en mükemmeline kavuşmuş kadar mutlu etmişti beni.

Fazla sürmeden evine yerleştin. O günden sonra öyle saf, öyle candan bir çocuk mutluluğu tattım ki anlatamam. İsimsiz birçok duygular, okula giderken küçük adımlarla beni takip ediyor, yanımda yürüyor, nihayet tek bir cümle gelip beni coşturuyordu: “O, artık bizimle beraber!”

Ne var ki fazla sürmedi, kader mutluluğumu kıskandı ve sen, korkunç bir araba kazası geçirerek hastaneye yattın. Yanında bulunan ablam ölmüştü. Hastaneden çıktıktan sonra bir nevi korku içinde, arkana dahi bakmadan yani kimseye veda etmeden, şehri terk edip gittin. Amma ruhunun ruhuma yaptığı etkiler sen böyle gidince azalmadı. Aramızda bizi birbirimize sımsıkı bağlayacak yeni bir sır meydana gelmişti. İşte şimdi onu sana söyleyeceğim. Çünkü sırası geldi artık, gerçekten de sırrımı öğrenmelisin: Bana kazadan hemen sonra ölen ablamın kalbi nakledilmişti.

Bildiğin şeyleri tekrarlayacak değilim. Zaten o kadar ne vaktim, ne de takatim kalmadı. Kendime avukatlık yapmak niyetinde de değilim. Ölmeden evvel dışımda olan hadiseleri ve içimde geçenleri göstermeye çalışıyorum:

Gidişinden aylar sonra daireni temizlemek bahanesiyle, teyzenden anahtarı alıp o eve çıktım. Çünkü benim zavallı çocuk dünyamda seninle alakalı her şey, sonsuz bir heves ve merak kaynağı idi. İsmini kapının zilinde görmek bile yüreğimi çarptırıyordu. Çünkü senin biricik aşkının kalbini taşıyordum.

Peki ama orada ne yapıyordum? Başıma ne türlü bir iş açıyordum? Sanırım ben, artık yavaş yavaş kendi içimde toplanan bir kızdım ve bunun, o evin içimde toplanan şeyler üzerinde, mühim bir etkisi olacak gibiydi. Dairende ilkin kopyasını bıraktığın mektupları ve sararmış kitaplarla sayfalar arasındaki notları okudum. Biz yeniden karşı karşıya gelmeden önce, raflarda, kanepe altlarında kitap defter ne bulursam sürekli okudum. Elbette ki kalbini çalan genç kızı, şimdi taşıdığım o küçük kalp sahibini, yani ablamı da merak ediyordum.

Seneler böyle geçti. On altı yaşına gelmiştim ve artık o kadar çocuk değildim. Bedenimin tomurcukları kalbimin tomurcuklarıyla beraber gelişip çiçek açıyordu. Beni bir büyü gibi çarpan bir kalp sahibini, şimdi daha ziyade merak ediyor, senin kalbini, nasıl bir kalbin büyülediğini öğrenmek istiyordum. Aşk nedir anlamaya başlamıştım. Okudum, okudum, gece gündüz durmaksızın okudum.

Vicdanım karşısında yalancı çıkmamak için, her şeyi olduğu gibi anlatıyorum. Galiba sevgimin karşılık bulma düşüncesi beni sürüklüyordu. O günlerde, Bahar Apartmanı’nın merdivenlerinde, parmak uçlarına basa basa, geceleri dolaşan ruhlar gibi, insanlarla karşılaşmaktan çekinen, sessiz bir hayalet vardı. İşte o bendim. Sonraları bu ihtiyatı bıraktım. Neredeyse her gün, okuldan arta kalan zamanlarda bir bahaneyle dairene çıkar, eşyalar ve kitaplarla vaktimi doldururdum. Orada senin varlığının nefesi bir buğu gibi tütüyordu çünkü. Gülünç bir surette hareket ettiğimi düşünmekte serbestsin. Lakin ben ocak ayının titreten soğuklarında bile, sırtıma bir şal geçirip dairene çıkmaktan kendimi alıkoyamadım. Çünkü o ev beni, talihin elinde oyuncak olan beni, ta iliklerime kadar geçen bir saadet sıcaklığıyla, çepeçevre sarıp ısıtıyordu. Teyzen ölünce dairene taşınmak fikri de benden çıkmıştı zaten.