“KALBİMİN İÇİNİ OKUYABİLSEN,” DEDİ, “ORADA YAVAŞ YAVAŞ KENDİ İÇİNE KAPANMIŞ KÜÇÜK BİR KIZ GÖRÜRSÜN.”
Bundan sonra gelen günlerde ablamın, derin hayat macerasını anlamış gibi bir his vardı içimde. Bir akşam da birdenbire, tıpkı rüyada gibi, geçmiş çağlarda yaşamış bir hemşirenin resmini, ablama ait bir kitabın içinde buldum. Hemen orada kavradım: Onun idolü bu hemşireydi işte! Ablam bazen benim içimde de hissettiğim gibi, hemşireliğin kurucusu, fedakarlık timsali doğal bir Florence Nightingale idi. O zaman notları arasında, kadına ait şu satırları okudum: “Kalbimin içini okuyabilsen,” dedi, “orada yavaş yavaş kendi içine kapanmış küçük bir kız görürsün. Çünkü ben etrafımda başka insanların derin bir şekilde acı çektiklerini gördüm ve artık kimsenin acı çekmesine dayanamıyorum. Bundan dolayı da, kendimi hastaların iyileştirilmesine adamak istiyorum.”
İşte senin kalbini kuşatan, ablamın bakışlarında okuduğun bu sevgi kabiliyetiydi. O sevginin içinde, Mevlana’nın yedi öğüdündeki sonsuz fedakârlık, şefkat-merhamet hepsi vardı; bunlar yaralı kalbini iyileştiriyor, hastalanmış ruhunu yeniden hayata bağlıyordu. Gerçekten ben geceleri dairende, senin eskiden ne yaptığını, ne düşündüğünü, içinde neler sakladığını anlamaya çalıştıkça hep Mevlana’nın yedi öğüdüyle ve sırlarıyla karşılaştım. Hatta sulu boya ile o günlerde bir Mevlana tablosu yapıp, altına da öğütlerini yazdım. Demek ki bir vakitler saplandığın bataklıkta, ümitsizce çırpınıp dururken, seni sevgisiyle canı gönülden tedavi eden ablam ve Mevlana’nın felsefesi idi. Önüne gelenle flört ederek, acımasız bir canavara dönüşmüş, ancak git gide kızlardan nefret etmeye başlamış, karanlıklara gömülmüş olan bir delikanlıyı…
Zavallı ablam okuldan mezun olunca hastanelerde ve birçok başka yerde kendini hayır işlerine vakfetmek istiyordu; çünkü Allah’la birlik haline kavuşmak için yaratıldığına inanıyor, tıpkı bir peygambere gelen vahiy gibi, kalbinde, böyle bir hayat için davet hissi duyuyordu.
Gerçeği öğrendiğin zaman, şu yedi aylık beraberliğimiz müddetince, paralel aşkının da gerçeğini anlayacak, aslında hayatın bizi sevgisiz, hain ve nefret dolu biri yapmadığını, biz istediklerimizi elde edemeyince hayata o gözle bakmaya başladığımızı kavrayacaksın. Aslında sen, genç kızları kendine bağlamaya alışık bir delikanlı olduğun günlerde bile, hep o acımasız gururunun kurbanı oldun.
Fakat artık benim çocukken ilk defa gördüğüm subaydan, o eski benliğinden eser yoktu. İşte bunu kavradığımda, seni tedavi etmek için, kalbini bağladığın ablama benzemeye karar verdim. Karar vermeseydim de zaten beni buna sürükleyecektin. Evet, ablam geçirdiğiniz kazada ölmüştü ama hala bütün yolların ona çıkıyor, ciğerlerinden bıraktığın havada bile, ondan bir şeyler saklıyordun. Bunu zavallı kızın kaybolan gerdanlığını, dairende bir kanepenin altında bulup ta, sana gösterdiğim zaman, bakışlarına gelen hüzünden anlamıştım. Aslında o gerdanlık sayesinde hala genç bir kızı anımsayabilecek misin merak ediyordum. Fakat küçük sevgilini anımsamadın ve ben de onu, en azından maddi mevcudiyeti açısından, tamamen unuttuğuna hükmettim. Oysa yaşarken ablam senin nefesindi. O olmayınca nefes bile almakta zorlanan sen, ruhunu kurtaracak, sana yardım edecek birini arzuluyor, benden ısrarla yardım etmemi istiyordun. Ne var ki sadece dış benzerlik ve güzellik, bir aşkı uzun zaman, hatta bir ömür bağlı tutacak yeterlilikte miydi, emin değildim. Sonra günün birinde hafızan yerine gelecek olursa diyerek, şöyle de sordum kendime: “Acaba yeni bir aşk, anılarında kalmış bir ilk aşkın hatırasını silip süpürebilir mi?
İşte bu iki soru benim açımdan cevabı meçhul sorular olarak kaldı. Doğrusu, daha ilk günlerimizden itibaren, artık kendim değil, ablam gibi olduğumu ispatlamaya çalışıyordum. Ancak aşkımızın, senin geçmiş tecrübelerinle olan bağlantısı aklımı karıştırıyor, benimle değil de genelde bilinçsizce de olsa, ablam ile yaşamaya devam ettiğini düşünmekten kurtulamıyordum. Dairende bulduğum ve babama ait olduğunu söylediğim eşofman takımı bile, senin küçük sevgilin ile yaşadığın günlerden kalmaydı ve o zamanlar teninin değdiği, basit bir kumaş parçasında dahi, zannedersem aşkınızdan ve yaşadığınız günlerdeki ruhunuzdan bir şeyler kalmıştı. Dairendeki tüm eşyalar içlerinde titreşen hüzünlü ve sessiz sırları, orada öylece durup bana samimiyetle anlatmaya çalışırlarken, bu durumu da düşünmeden edemiyordum. Eşyaların ruhunda öyle bir takım arzular, hatıralar ve kederler vardı ki, bazen o evde hissen anladığım şeyler, biliyor musun, beni odandan kaçıracak derecede korkuturdu.
Böylece ister istemez, elimde olmadan sürüklendim. Eğer olduğumdan başka biri olmayı becerebilirsem, seni kazanacağıma inanmak istiyor fakat birçok dikenli yollardan geçmek zorunda kalacağımı anlıyordum. Mektuplarında basit, hafif ve havai olarak nitelendirdiğin, o zavallı kızların seviyesine düşmek tehlikesiyle yüz yüze, muhtemelen sonunda onlardan biri olacağımı düşünerek, nasıl sana yaklaşmamı önleyemediysem, şimdi de itiraflarımdan geri durmayacağım.