Dokunduğumuz her an bir hatıraydı… Şimdi ise bakmaya bile çekinir olduk.

Bazı hatıralar vardır; bir eşyada, bir seste, bir kokuda saklanır. Yıllar geçse de unutulmazlar. Çocukluğumun köşe başında duran o tüplü televizyon mesela… Rahmetli babaannemin hac dönüşü bizlere getirdiği, evin en değerli misafiri gibi kurulmuş, üstü işlemeli dantelle örtülmüş, baş köşeye yerleştirilmişti. Televizyonun açılışıyla mahalle sessizleşir, herkes ekrana kilitlenirdi. Ama mesele ne izlendiği değildi; kiminle izlendiğiydi.

Birlikte izlenen dizilerin, filmlerin yeri bambaşkaydı. Hele bir de “ALF” varsa… Uzaydan gelen o tüylü karakterle birlikte kahkahalar yükselirdi evin içinden. Yabancı film kuşağı geldi mi, mahalle kendiliğinden organize olurdu. Komşu teyzelerin elinde tepsiler dolusu kek, börek; çocuklar heyecanla dizinin başlamasını beklerdi. Televizyon bir eğlence aracı değil, bağ kurma vesilesiydi. O günlerde paylaşmak için özel bir sebep gerekmezdi. Bir arada olmak yeterdi.

Aile sofraları başka olurdu. Büyüklerin sözünün kesilmediği, yemeklerin hikâyeyle yenildiği sofralar... Bir tas çorbanın buharıyla dağılırdı insanın derdi. Biz önce gözümüzle doyardık, sonra kalbimizle.

Çocuk olmak da başka güzeldi. Sokaklar oyun alanımızdı. Seksek, yakar top, körebe, misket… Oyunlar saat tutmazdı ama balkonlardan yükselen "Haydi artık içeri!" sesleri saatin geldiğini söylerdi. Karnımız doyunca tekrar çıkardık dışarı; çünkü güven vardı. Gecenin karanlığı bile korkutmazdı bizi, birbirimize yaslanmıştık. Mahalle bakkalımız da vardı, bize sadece sakız satmazdı; hatırımızı da tutardı. Borç defterine değil, selamımıza yazılırdı güven.

O zamanlar sanal bebekler vardı; küçük plastik ekranlarda bir canlının sorumluluğunu taşırdık neşeyle. Şimdi ellerde tabletler var, ekranlar büyüdü ama bağlar küçüldü. Eskiden gramofondan yükselen nağmelerle içimizi ısıtan şarkılar vardı; şimdi ise sosyal medya bildirimleriyle sessizliğimizi bozan sesler… Her şey elimizin altında ama kimse kimsenin yanında değil artık.

Bir çocuğu gördüğümüzde içgüdüsel bir refleksle eğilir, başını okşardık. O başın üstünde bir dua fısıldanırdı bazen, bazen bir mendile sarılmış şeker uzatılırdı. Çünkü her çocuk bir umuttu, bir hayaldi, bir sorumluluktu bizler için. Ona zarar gelse, vicdanımız uyanır, yüreğimiz yanardı. Çünkü o zamanlar, sadece kendi evladımıza değil, mahallenin tüm çocuklarına kalpten bağlıydık.

Zaman aktı, şehirler büyüdü, kalabalıklar arttı ama insanlar birbirinden uzaklaştı. Şimdi bir çocuğa sevgiyle yaklaşmak bile sorgulanır oldu. Gönlümüzün aradığı o eski güven, şimdilerde yerini tereddüte bıraktı. Sevgi hâlâ içimizde ama dokunmaya cesaretimiz yok. Ne zaman ki virüsler havada dolaşmaya başladı, ne zaman ki haberler korku saçan başlıklarla doldu, işte o zaman aramıza görünmez duvarlar örüldü.

Artık bir çocuğa uzaktan bakıyoruz. İçimizde binlerce sarılma isteğiyle… Ama elimiz hep havada kalıyor. Bir zamanlar ne kadar kolay olan bir şey, şimdi düşünerek, çekinerek yapılan bir hale dönüştü. Çünkü ne yazık ki, günümüz şartları insanın insana duyduğu güveni inceltti, zedeledi.

Ben bir yazarım, ben bir şairim. Ve kalemim ne zaman geçmişi yazsa, satırlarımda sessiz bir özlem dolup taşar.
Bugünü anlamak için dünü unutmamalıyız. Çünkü bağlar, geçmişten geleceğe uzanır. Ve bir bağın kopması, sadece bir ilişkinin değil, bir topluluğun ruhunun da yitmesidir.

Bugün ekranlarımız büyük, koltuklarımız rahat ama ne yazık ki kalplerimiz yorgun. Oysa ne güzeldi o zamanlar… Bir tas çorbanın buharıyla dağılan dertler, bir tebessümle yapılan barışlar, sokakta oynarken zamanın nasıl geçtiğini fark etmeyen çocuklar…

Ve ben inanıyorum:
“İnsanın yüreği ne kadar daralırsa, sevgisi de o kadar büyür. Yeter ki içimizde o sevgi ışığını söndürmeyelim.”

Birsen Eker

Şimdi bize düşen, kaybettiklerimizi sadece hatırlamak değil; onları yaşatmak, tekrar yaşanabilir kılmaktır.
Bir çocuğun gözlerinin içine cesurca bakabilmek, komşunun kapısını çalmadan içeri girecek kadar güven hissedebilmek, selamı gülümsemeyle birleştirebilmek…

Kokusu çocukluğuma karışmış kekler, bir mendilin ucuna bağlanmış sevgiler, sokak lambasının altında edilen çocukluk yeminleri…
Köşe bucak unuttuğumuz o güzel bağları, yeniden örmek mümkün.
Yeter ki kalbimizdeki düğüm çözülmeye başlasın…