Altının parıltısı göz alır, ancak toprağın bereketi ve Kızılırmak’ın suyu olmadan hiçbir anlamı yoktur. Kızılırmak susarsa, Kırşehir de susar.

Bu topraklarda insanlar binlerce yıldır yaşamını toprağa emek vererek sürdürür. Gökyüzüne bakarak yağmurun ne zaman yağacağını, rüzgârın hangi yönden eseceğini bilirler. Ektikleri her tohumun geleceğini hesaplarlar. Toprak onlar için yalnızca bir geçim kaynağı değildir. Toprak, nesilden nesile bırakılan bir emanettir.

Tarih boyunca bu coğrafya pek çok imparatorluk gördü. Hükümdarlar, beyler, padişahlar gelip geçti. Ancak toprağı işleyen köylünün emeği hep varlığını korudu. Anadolu’nun bereketi yüzyıllardır halkına umut oldu. Kurtuluş Savaşı yıllarında cepheye giden askerin çantasında yine bu toprakların ekmeği vardı.

Bugün, yüzyıllardır can veren ve can alan bu topraklar altının parıltısına bırakılmak isteniyor. Altın madeni adı altında yürütülen çalışmalar yalnızca taşın içindeki altını çıkarmayı hedeflemiyor. Siyanür, Kızılırmak’ın suyunu, tarlaların bereketini ve sofralardaki ekmeği de elimizden alacak. Bu nedenle biz, toprağına, suyuna, ekmeğine sahip çıkan herkes gibi tek bir söz söylüyoruz: Madene hayır.

Geçen gün köy meydanında yaşlı bir amcaya sordum. “Ne olacak bu iş?” dedim. Omuzlarını kaldırdı ve şöyle cevap verdi: “Toprağımız giderse bizim nefesimiz de gider. Altını ekmek gibi yiyemeyiz.” Yanında duran bir kadın söze girdi. “Benim ineklerim var. Meralar kurursa ne yaparım? Süt vermezse çocuklar ne içer?”

Bu sözler tesadüfen söylenmiş değildir. Bunlar, yüzyıllardır bu topraklardan geçinen insanların haklı endişeleridir. Onların sesini duymadan alınan her karar yalnızca bugünü değil, yarını da yok edecektir.

Bir zamanlar yaz akşamlarında Kızılırmak’ın kenarında çocuklar çıplak ayakla suya girer, kadınlar çamaşır yıkar, erkekler serinlemek için kıyıya otururdu. Neşeli gülüşler ve suyun şırıltısı birbirine karışırdı. Şimdi o suyun zehirlenme ihtimali bile insanın içini titretir. Bir zamanlar bereketle anılan toprakların, susuz ve verimsiz kalma ihtimali yüreğimizi sızlatır.

Bugün bu tehlikeyi görmezden gelmek kolaydır. “Bana dokunmaz” demek kolaydır. Fakat yarın çocuklarımızın gözlerine bakıp “Bilmiyordum” deme hakkımız olmayacaktır. Çünkü biliyoruz. Her şey gözlerimizin önünde yaşanıyor.

Bu mesele yalnızca toprak meselesi değildir. Bu mesele, geçimimizin, sağlığımızın ve geleceğimizin meselesidir. Bu şehir bizimdir. Bu topraklar bizimdir. Birlik olmazsak, sesimizi yükseltmezsek, yarın elimizde ne altın kalır ne bereket.

Hikâyemiz altının değil, toprağın hikâyesi olmalıdır. Altın biter. Kızılırmak akmaya devam ederse bereket sürer. Çocuklarımızın çocukları da bu bereketten faydalanır.

Şimdi bu yazıyı okuyan herkes kendi yüreğine sorsun. Sessiz mi kalacak, yoksa bu sesi büyütecek mi? Düşünceleriniz, hatıralarınız ve endişeleriniz kıymetlidir. Yorumlarınızla, sözlerinizle bu mücadelede yer alın. Çünkü toprağın çığlığı, hepimizin çığlığıdır.

Kızılırmak akmazsa, türkülerimiz yarım kalır. Suyu bulanırsa, çocuklarımızın gülüşleri solar. Kızılırmak’ı temiz, toprağı bereketli tutalım ki, hem türkümüz hem geleceğimiz tam olsun.