Abdal diyorlar onlara.
Bir zamanlar düğünlerin başköşesinde oturan, sazıyla sözüyle gönüllere dokunan Abdallar, bugün geçim derdiyle sokakları süpürüyor.
Kültürel bir miras gözümüzün önünde yok oluyor.
Asırlar önce Anadolu'ya göçen Türkmen aşiretlerinin torunları...
Hayatlarını paylaşımlarla geçiren, yarı aç yarı tok yaşamış insanlar...
Ama içlerinde doğuştan bir müzik sevgisi var.
Sazla, sözle anlatırlar dertlerini.
Sesleri gibi yüzleri de yanık; kaderleri gibi kararmış bakışları.
Bu yüzden kendilerini "garip gönüllü", "kara kaderli" olarak adlandırıyorlar.
Tarla yok, tahıl yok...
Ahırlarında sağmal inek, tarlalarında buğday eksik.
Ama ellerinde saz, dillerinde söz...
Köy köy dolaşarak karınlarını doyurmaya çalışan bir zanaatkâr topluluğu Abdallar.
Ticaretten, topraktan uzak; yanık sesleri ve dertli sazlarıyla hayata tutunmuşlar.
Gelin görün ki bugün düğünler artık salonlara taşındı.
Sokak düğünlerinin, ev düğünlerinin eski canlığı kalmadı.
Abdal geleneği, sazın ve sözün sıcaklığı sönüyor.
Hayat şartları ağır, geçim derdi büyük.
Artık Abdallar, sazı değil ekmeği arıyor.
Geçenlerde Kılı çözü Sanayi Sitesi'nde temizlik işçiliği yapan Abdal aşiretinden sevdiğim insanlara rastladım.
Yıllardır sazlarıyla tanıdığım bu değerli insanlara sordum:
"Hayırdır, ne yapıyorsunuz burada?"
Dediler ki:
"Hocam, belediye başkanımız sağ olsun, bizleri çöpçü kadrosuna aldı.
Bir elimizde süpürge, bir elimizde kürek...
Kadro demek maaş demek, sosyal güvence demek...
En çok da sigorta önemli bizim için."
Şaşırdım.
Üzüldüm.
Dedim ki: "Bu insanlar düğünlerin başköşesinde otururdu.
Ellerinde süpürge değil, saz olmalıydı.
Bunlara verilecek iş başka olmalıydı.
Onlar sanatkâr.
Sokağın süpürgecisi değil, Kırşehir’in ustaları, kültür mirası bunlar."
Ama gerçek acıydı.
Bugün sokakta gördüğümüzde onları "çöpçü" diye yaftalayanlar,
düğünlerde başköşeye oturtup "ustam" diyenlerle aynı insanlar.
Neşet Ertaş, Muharrem Ertaş, Çekiç Ali, Yusuf Usta...
Hepsi bu aşiretin mirası değil mi?
Kırşehir’in abdalları, bu toprağın sesi değil mi?
Eğer bir memleket kendi sanatkârına, abdalına sahip çıkamıyorsa...
Eğer geleceğin Neşet Ertaş’ı süpürgeyle değil, sazla anılmıyorsa...
Yarın için ne umabiliriz?
Bu insanlar, düğün dernek varsa var.
Krallıkları, düğün bitene kadar sürüyor.
Ama sonrası?
Dışlanmışlık, unutulmuşluk...
Kırşehir olarak bizlere düşen, bu emanetlere sahip çıkmak.
Onlara sadece iş değil, değer de vermek.
Gündüz temizlik işçisi, gece sahne sanatçısı olmak zorunda kalmamalı bu insanlar.
Gece kravatlı ustaları sahnelerde alkışlarken, gündüz sokakta süpürge tutturmak değil mesele.
Kırşehir abdallarını, sanatkâr olarak yaşatmak bizim görevimiz olmalı.