Satranç, Stefan Zweig'in Brezilya'da sürgünde yazdığı ve en tanınmış eserlerindendir.

İlk baskısı 250 adet olarak 1942 yılında Buenos Aires'te çıkan hikâyenin, İngilizce tercümesi 1944'te New York'ta yayımlandı. Satranç, Almanya'da 1.200.000'den fazla sattı.

Babasını erken yaşta kaybeden Mirko’yu, yardımsever bir doktor evlatlık olarak yanına alır. Babası her akşam olduğu gibi satranç oynarken o da satranç tahtasına gözlerini diker, büyük bir dikkatle hamleleri takip eder. Çocukluğunda oldukça tembel ve üşengeç olan, okuma ve yazmayı bile çok sonra öğrenen Mirko, kendisine verilen herhangi bir işleri yapmaktan şiddetle kaçınır, arkadaşları gibi oyun oynamaz ve, her zaman içine kapanık, dünyayla ilişiğini kesmiş bir çocukluk dönemi geçirir. Satranç ustası babası ve yüzbaşı askerin çekişmeli oyununu Mirko da her zaman olduğu gibi büyük merakla izler. Bir akşam doktor olan babası, acil bir hastası olması nedeniyle oyunu yarıda bırakarak evden çıkar. Küçük Mirko, babasının yerine geçer ve yüzbaşıyı birkaç hamle sonra mat eder. Duruma çok şaşıran yüzbaşı, bir parti daha teklif eder. Bu oyunun sonucu yine aynıdır. Mirko Czentovic, bundan sonra başarıdan başarıya koşacak, kısa sürede adı herkes tarafından bilinen birisi haline gelecektir. O artık dünya satranç şampiyonudur…

Hikâye New York'tan Buenos Aires'e yolculuk yapan bir deniz vapurunda yaşanır. Bir grup yolcu gemideki kurgusal satranç şampiyonu aynı zamanda burjuva insan olan Mirko Czentovic'i partiye davet eder. İlk partiyi beklendiği gibi rahatlıkla şampiyon kazanır. Yine kaybedilmekte olan rövanş partisinin ortasında, oyuna Dr. B. adında bir başka yolcu daha katılır ve bir beraberlik kurtarır. Bunun üzerine yolcular tarafından Czentovic ile Dr. B arasında bir müsabaka organize edilir. Müsabaka başlamadan Dr. B. kitapta hikâyeyi anlatana satrancı nasıl öğrendiğini bildirir. Gestapo tarafından bir otel odasında aylarca hücre hapsine kapatılmışken, bir sorgulama öncesi bekletildiği odanın duvarında asılan montun cebindeki satranç kitabını çalmayı başarmıştır. Kitaptaki kaydedilmiş oyunları satranç tahtası olmadan kendi kafasında oynamaya başlar. Satranç hücrede sıkıntıdan çıldırmak üzere olan Dr. B'nin hayatını kurtarmıştır. Ancak zamanla ölü nokta dediği kitaptaki bütün oyunları ezbere öğrendikten sonra, kitabı çalmadan önce hücredeki sıkıntıdan yıprandığı konumuna tekrar düşer. Bunun üzerine kafasında yeni partiler icat eder ve şizofrenik tarzda partileri sinir krizi geçirene dek kendi kendine karşı oynamaya başlar. Sonunda hapisten salıverilmiştir. Gemide satranç şampiyonuna karşı ilk müsabaka Czentovic'in yenilgisi ile biter. Dr. B zihninde kendiyle yaptığı binlerce oyunun verdiği yetkinlik sayesinde Czentovic'in oynayacağı oyunları önceden hesaplayabilmekte ve çok hızlı bir şekilde hamle yapmaktadır. İkinci müsabaka sırasında Czentovic, karşısındakinin zamanla huzursuzlaştığını fark edince özenle yavaş oynamaya başlar ve Dr. B yine kriz geçirince parti yarıda kalır…

Birkaç alıntı yapalım;
“Bize hiç bir şey yapılmadı, yalnızca tam bir hiçliğin içine koyulduk, çünkü bilindiği gibi dünyada hiçbir şey insan ruhunu hiçlik kadar baskı altına alamaz.”

“Satrancın çekiciliği tek bir şeyden kaynaklanır; stratejinin farklı beyinlerde farklı biçimlerde gelişmesinden.”

“Ancak her ne kadar maddeye bağlı değil gibi görünseler de, düşünceler bile bir dayanağa gereksinim duyarlar, aksi durumda öteye beriye çark etmeye ve anlamsız bir şekilde kendi etraflarında dönmeye başlarlar; düşünceler de hiçliği kaldıramaz.”

“Muhtemelen kitabı hemen elime alıp okuduğumu düşüneceksiniz. Kesinlikle hayır! Önce bir kitabım olmasının sevincini yaşamak istiyordum.”

“Kadın bana gülümsedi – bu dünyada hâlâ içtenlikle gülümseyebilen insanlar kalmıştı.”

“Sözcüklerle anlatılamayacak bu durum dört ay sürdü. Eh, dört ay, yazması kolay: Altı üstü birkaç harf! Söylemesi de kolay: dört ay, iki hece! Çeyrek saniye içinde dudaklar böyle bir sesi çabucak uyduruvermiş: dört ay! Ama boşlukta, zamansızlıkta geçen bir dört ayın ne kadar sürdüğünü hiç kimse ne bir başkasına, ne de kendine anlatamaz, ölçemez, gözünde canlandıramaz; insanın çevresindeki bu hep aynı hiçliğin, bu hep aynı masa, yatak, leğen ve duvar kâğıdının ve hep aynı suskunluğun, insana bakmadan yemeğini içeri iten hep aynı gardiyanın, insanı çıldırtana kadar boşlukta dönüp duran hep aynı düşüncelerin insanı nasıl yiyip bitirdiğini ve yıktığını kimse kimseye anlatamaz.”

“Çünkü bir insan kendini sınırladığı ölçüde sonsuzluğa da yaklaşmış demektir.”

“Bunun adı, düşünebilecek en ustaca izolasyonu sağlamak. Bize hiçbir şey yapmadılar sadece bizi en mutlak anlamda hiçliğin içerisine yerleştirdiler, bilindiği gibi dünyada hiçbir şey insan ruhu üzerinde hiçlik kadar ağır bir baskı uygulayamaz.”

“…görünüşte dünyadan kopuk yaşayanlar, özel yapıları içinde karınca gibi, dünyanın tuhaf ve eşi benzeri olmayan bir maketini kurarlar.”

“Görünen o ki insan beyninde istenmeyen hatıraları gün yüzüne çıkarmayı engelleyen mekanizmalar var.”

Stefan Zweig'ın büyük bir ustalıkla kaleme aldığı kısa, ama yoğun romanı Satranç, gerilimli kurgusu, kahramanının ruhsal gelgitlerinin incelikle işlendiği dokusuyla bir solukta okunuyor. Stefan Zweig’ın Satranç öyküsü, onun ölmeden önceki son kitabı. Satranç oyununu bilmeseniz de okumanız aksamıyor. Bu novella, Zweig’in en meşhur eserlerinden biri. Okumaya değer…