Ülkemiz yaklaşık 200 yıldır misyonerlerin yoğun ilgisine maruz kaldı.
1820 yılında W.Goldwin ve arkadaşının İzmir’de karaya ayak basmalarından bu yana American Board misyonerleri hızla Osmanlı topraklarına akın akın gelmeye başladılar.
Önce sağlık kurumu, yetimler evi, hastaneler, sonra okullarla ve beraberinde protestan kiliseleri ile yurdumuzun dört bir yanını köy kasaba işgal ettiler.
Müslüman ahaliden yeterli dönüşü yani yüzü bulamayınca azınlıklar üzerine yoğunlaştılar bu sefer.
İstanbul başta olmak üzere, en çokta Ermeni ve Arap Hristiyan Osmanlı tebaları içine yöneldiler.
Neredeyse doğu illerimizin hemen hepsinde köylere varana dek; okul, sağlık ocağı şeklinde faaliyet gösterdiler.
Peki onlar ellerini kollarını sallayarak bu faaliyetleri yürütürken Osmanlı bir şey yapmadı mı?
Sanayi devrimini kaçıran ve Avrupa karşısında kan kaybeden Osmanlı, arayı kapatabilmek için atılımlar yaptıkça içeriden ve dışarıdan engellemelerle karşılaştı.
Yapılan atılımlar (Tanzimat fermanı ve Islahat fermanları) aslında kendi ayağına sıkmaktan başka işe yaramadı. Batı’lı misyonerlerin azınlıklar içinde daha rahat çalışmasını sağlamaktan başka bir işe yaramadı.
Tabi bu arada, Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanması, Kavalalı isyanları, Cezayir’in kaybı, Yeniçeri teşkilatının kaldırılması, kurulan yeni ordunun daha henüz güçlenmemesi, Lübnan’ın özerkleşmesi, Kırım savaşı gibi bir sürü olumsuz şartlarda hep aleyhimizeydi.
Osmanlı'nın belini büken kamburlarıydı ..
Bu kadar üst üste gelen olumsuzluklara hangi imparatorluk dayanabilirdi ki..!
Kırım savaşında ilk borcu almamızla başlayan Avrupalı bankerlere el açma durumu, neticesinde kapütülasyonlardan beter taviz vermeye zorladı Osmanlı’yı.
Misyonerlerin yasal ya da yasal olmayan yollarla pıtrak gibi ülkenin her tarafına okul açmasına sebep oldu.
1869 yılında çıkarılan gayet güzel Maarif Nizamnamesi ne yazık ki hiçbir zaman tam uygulanmadı.
Osmanlı’nın okulları denetleme, imar ve iskanı ile ilgili her tür engellemeleri karşısında, bu sefer Avrupa devletleri şantajla, tehditle veya tavizlerle aşmayı bildiler.
Bunun en güzel örneği Robert Kolej inşaatına izin vermeyen o dönemin maarif nazırını aşmanın yöntemine ilişkin anekdottur.
Koleji yapmak için kaynak temin eden Cyrus Hamlin bir türlü inşaat izni alamaz , maarif Nezareti habire engeller çıkararak inşaatın başlamasına engel olur.
1867 yılında Amerika’lı bir amiral Osmanlı payitahtını ziyaret eder. Büyük ihtimal o günlerde yeni imal edilmeye başlanan zırhlı gemilerini satmak amaçlıdır bu ziyaret.
Okulun kurucusu ve uzun yıllar müdürlüğünü yapan Cyrus Hamlin, inşaat izni alamadığını, Sadrazam Ali Paşa ile yapacağı görüşmede bu konuyu gündeme getirip rica eder.
Amerikalı amiral Ali paşa ile görüşmede konuyu açar.
Ali paşa:
“Bu konuda sadarete çok baskı yapıldığını izin vermesinin zor olduğunu “ söyler.
Amerikalı amiral bunun üzerine:
“Yunanlılar bizden iki tane zırhlı istiyorlardı, o zaman biz o satışı onaylayalım” der.
Bunu duyan Ali paşa yerinden fırlayıp:
“Aman” der…”Siz Yunanlılara zırhlıları vermeyin ben 10 okul yaparım.”
Tabi o günün öngörüsü o kadardı.
Ali Paşa o okulun bizim ülkemizde nelere mal olacağını bilseydi, belki de 10 zırhlı verir, bir tane okul açılmasına izin vermezdi.
Nitekim o okulun yetiştirdiği talebeler; Bulgaristan'ı kuran kadro, Doğu'da Ruslarla beraber katliam yapan Ermeni komitacı, Rum Pontus Devleti'ni canlandırmak için Karadeniz'de ihtilalci ve Arabistan'da Gertrude Bell ve Lawrence İle beraber Osmanlı ordularına saldıran Arap milliyetçisi olup, Osmanlı’yı yıkan etkenler oldular ..
Bu okulların yetiştirdikleri, Hristiyan olmasalar bile; dine soğuk , uzak ve ateist olarak Cumhuriyet kadrolarını oluşturdular .
Dini sosyal hayattan silmeye çalıştılar.
Din adamlarını darağaçlarında sallandırdılar.
Ezanı Muhammediye'yi yasakladılar.
Din eğitimini yasaklayıp, Kuran öğrenmeye engel oldular.
Ama aynı yıllarda müslümanlara bunlar reva görülürken; Kayalar mevkiinde yükselen Robert Kolejin şapeli çan çalarak öğrencileri sabah ayinine çağırmaya devam etti.
Karaköy Saint Benoit’in Katolik papazları aynen okullarında misyonerliklerine devam ettiler.
Beyoğlu’nda ki “Bible House” ve “Kitab-ı Mukaddes Şirketi” ilanlarla bedava incil dağıtmaya devam etti.
Bu ülkede İslamiyet ve kurallarını öğrenmek ve yaşamak yasaktı ama Hristiyanlık ve Yahudilik öğrenmek ve yaşamak asla yasak olmadı.
Bir tane asılan papaz ya da haham göstermezsiniz.
Ama binlerce din adamı sallandırıldı İstikal Mahkemelerinin kurduğu darağaçlarında.
Sonra baktılar ki dini sosyal hayattan, halkın sadrından silmek mümkün değil, kontrollü bir din eğitimine ve yaşanmasına izin verdiler.
Yani, fokurdayan kazanın kapağını araladılar.
Bu bile millette büyük bir sevinç ve coşku meydana getirdi.
İşte bu yoğun dinsiz ortamda bazı insanların misyonerlerce Hristiyanlaştırıldıklarına ilişkin dedikodular çıktı.
Bu konuda 1953 yılı yazında bir beyanat veren Milletvekili İsmail Hakkı Berkuk Paşa:
“…Din değiştirmeler, dini hayatın üzerinde ki baskılardan dolayı artmaktadır.Bazı gençlerimiz dini arayışlara girip, İstanbul’da faaliyet gösteren müdürünü de şahsen tanıdığım “Kitab-ı Mukaddes Şirketine” başvurarak Hristiyan olmak istediklerini izhar ediyorlar.
Şirketin müdürü de “Siz şimdi gidiniz.Bir daha salimen düşünüp öyle geliniz.Salı günü sizi bir Ömer Fevzi adındaki İslam alimiyle görüştüreceğim.Onun size dininizi anlatması üzerine de kararınızı değiştirmezseniz, gerekeni yaparız “der.
Yani misyonerler her geleni kabul etmiyorlar” der.
Ve günümüze gelirsek ;
Vatikan , Salı günü yaptığı yazılı açıklamada Papa 14.Leo'nun Kasım ayı sonunda Türkiye ve Lüban ‘ı kapsayan ziyaret programı gerçekleştireceğini bildirdi.
Ziyaret sırasında Papa Leo'nun,Ortadoğu'daki ( büyük yazı ile yazıyorum ) “ EVET ORTADOĞU ‘DAKİ HRİSTİYANLARIN KARŞILAŞTIĞI SORUNLARA DİKKAT ÇEKMESİ VE BARIŞ SÜRECİNE YÖNELİK ÇAĞRIDA BULUNMASI ÖNGÖRÜLÜYOR “ ..
Ne diyelim pişkinlik seviyesi Himalayalarda…!
Geçen haftaki yazımda Ruhban okulunun açılması ile ilgili yazmıştım , İnşallah bu ziyaret bunun için değildir ..!
Bu ülke ne badireler atlatıp bugünlere geldi…
Bu millet hala Ehl-i Sünnet akidesine sahipse, şükür secdesine kapanmalıyız.
Önce Vatanını sevdireceksin , sonrada o koltuklara oturup “ hep bana “ demeyeceksin …!
“ YA ŞEHİT OL YA DA GAZİ “ diyen anaların hakkını yemeyeceksin …!