Seçilmiş, atanmışın üzerinde olamaz.

Türkiye’de siyaset ile bürokrasi arasındaki çekişme yeni değil.
Ancak bu gerilim, son dönemde Kırşehir’de fazlasıyla görünür hale geldi.
Kamu yararını gözeterek, yasal çerçevede görev yapan bürokratlar ne yazık ki siyasetçilerin hoşuna gitmiyor.
Talimatla değil, mevzuatla hareket eden müdürler ya görevden alınıyor ya da merkeze çekiliyor.
Kurumlarda adeta bir "müdür kıyımı" yaşanıyor.
Bazıları daha bir yılını bile doldurmadan gönderiliyor.
Yeni atanan müdür, şehre alışıyor, kurumu tanıyor, hizmete başlıyor derken bir kararnameyle başka bir ile tayin ediliyor.
Bu da hem kurumu hem de şehri sürekli başa döndürüyor.
Sürdürülebilirlik diye bir şey kalmıyor.
Oysa Kırşehir gibi kalkınmaya ihtiyaç duyan şehirlerde, kurum müdürlerinin görevde en az beş, altı yıl kalması şart.
Kurumunu tanımadan görevden alınan bir müdürün yerine gelen kişi de aynı süreci sil baştan yaşıyor.
Geldiği günden başlıyor ben ne zaman alınırım.
Sonuç: Hizmet aksıyor, şehir kaybediyor.
Peki, bu müdürler neden gönderiliyor?
Gerçekten işlerini kötü yaptıkları için mi?
Yoksa sadece siyasi beklentilere boyun eğmedikleri için mi?
Eğer bir müdür işinin ehli değilse elbette görevden alınmalı.
Ancak liyakat sahibi, üretken, halkla iç içe olan insanlar yalnızca "siyasi uyum" sağlamadıkları için görevden uzaklaştırılıyorsa, burada bir problem var demektir.
Bugün geldiğimiz noktada, çalışan ve başarılı müdürler ya görmezden geliniyor ya da hedefe konuluyor.
Çünkü beklenti artık açık: Talimata itaat.
Bunun en açık göstergesi şu: Seçilmişler, atanmışlardan mutlak itaat bekliyor.
“Benim adamım olacaksın” baskısı, artık neredeyse olağan hale geldi.
Oysa olması gereken nettir: Bürokrat, devleti temsil eder.
Yasa ile çalışır.
Halka hizmet eder.
Siyasi çıkarlarla değil, kamu yararıyla hareket eder.
Eğer atanmışlar, sadece seçilmişlerin memuru haline getiriliyorsa; bu sadece bürokrasiye değil, devlete de zarardır.
Unutulmamalıdır: Devlet geçiciliği değil, sürekliliği temsil eder.
Seçilmişler gelir gider.
Ama bürokrasi, devletin omurgasıdır.
Bugün devlet, seçilmişlerin gölgesine girmişse, bu hepimiz için alarm zili çalıyor demektir.
İktidarların devleti yönlendirmesi doğaldır.
Ama devleti kendi siyasi ajandasıyla yönetmeye kalkması, liyakati ezmesi kabul edilemez.
Bir şehir, ehil insanların görev yaptığı yerde gelişir.
Sadakatin değil, liyakatin kazandığı yerde büyür.
Bugün Kırşehir’de yaşananlar, sadece bir şehir meselesi değildir.
Bu, devlet yönetimi anlayışının nereye everildiğini gösteren bir işarettir.
Ve açıkça söylüyorum: Seçilmişler, atanmışların değil; atanmışlar da siyasetin değil, hukukun emrinde olmalıdır.