Toplumda ne yazık ki makam ve mevki sahibi olmak, büyük bir başarıymış gibi algılanıyor.
İnsanlar, sanki dünyada ulaşılabilecek en yüce değermiş gibi bu koltukların peşinden koşuyor.
Etrafımıza baktığımızda bunun sayısız örneğini görmek mümkün.
Bir siyasi partinin içine girmek bile bazı insanları değiştiriyor.
Hele ki iktidar partisinden olmak.
Hele ki seçilmiş bir vekil, belediye başkanı, il, ilçe başkanı...
Bu unvanlar için takla atanları, el öpenleri, sıraya girenleri gördükçe üzülmeden edemiyorum.
Ve soruyorum kendi kendime: Takla atarak, el öperek gelenlerden nasıl bir hizmet beklenebilir?
Makamı elde ettiğinde, artık onun verdiği güçle hareket eden insanlar haline geliyorlar.
Liyakatin değil sadakatin esas alındığı bir düzende, vekil, başkan olmak isteyenler önce kime bağlı olduğunu göstermek zorunda kalıyor.
El öperek, sadakat bildirerek, araya adam koyarak ilerlemeye çalışanların tek derdi hizmet değil; o makamın sağladığı ayrıcalıklardan faydalanmak.
İl ve ilçe başkanı olabilmek için teşkilatlarda verilen mücadelelerin, köylerde ve mahallelerdeki muhtarlık yarışlarının bile merkezinde artık "hizmet" değil, "egolar" var.
Siyasetin içi kokuşmuş durumda.
Liyakatin hiçe sayıldığı, el öpenlerin ve "emredersiniz efendim" diyenlerin prim yaptığı bir ülkede yaşıyoruz.
Ahlaklı, temiz, vicdanlı insanlar ise kenarda duruyor.
Makam hırsı ile yananlar, bir yerlere gelebilmek uğruna her şeylerini feda etmeye hazır.
Çünkü toplum, genellikle makam sahibi insanlara büyük ilgi ve saygı gösteriyor.
Gıpta ile bakıyor, önlerinde eğiliyor.
Hâliyle bu makamlar da birer cazibe merkezi hâline geliyor.
Oysa unutulmamalı: Makamlar geçicidir.
Ne kadar uzun süre işgal edilirse edilsin, kalıcı iz bırakmaz.
Koltuklar da insanlar gibidir, günü geldiğinde gider.
Ama o koltuk uğruna ezdiğiniz insanların gönlünde bıraktığınız iz kalır.
Hak Dava ‘ya hizmet ile makam-mevki tutkusu hiçbir zaman bir araya gelemez.
Ne bu dünyada ne de ahirette.
Hele ki Hak Dava ‘ya hizmet ettiğine inanan insanların bir koltuk için birbirini çiğnemesi, tepelemesi, didişmesi kadar çirkin bir şey olamaz.
Unutmayalım: Akıl, insana işin sonunu düşünebilmesi için verilmiştir. Başkalarının yaşadıklarından ders çıkarmazsak, aynı hataları tekrar ederiz. O zaman da sonuç kaçınılmaz olur.
Bugün "Seçildim!" diye hava atanlar, dün kimin elini öptüklerini, ne pahasına seçildiklerini unutmamalı.
Ve bizler de bu gerçekleri görmekten, yüzleşmekten geri durmamalıyız.