Kafilenin ileri gelenlerinden dört beş kişi bir araya gelerek durum müzakeresi yapıldı.

Aramızda heyecanlı bir tartışma başlamıştı. Aslında ne yapılması konusunda karar veremiyorduk.Çaresiz bir haldeydik.Beklemediğimiz bir tehlike karşısındaydık. Ama hepimiz de biliyorduk ki kafilenin tamamı hayati tehlike altındaydı.

Yine hepimiz biliyorduk ki Çinliden merhamet beklemek mümkün değildir.

İsa Yusuf Bey’in de dahil olduğu bu lider grubunun müzakerelerini onlardan iki adım ilerden takip eden otuz yaşlarında bir genç yaklaşarak “Beni iki dakika dinler misiniz? demiş.

Sonra da “Ağabeyler! Bu konuşmalarınızdan hiçbir şey çıkmaz. Yapacak bir şey vardır.Ben yanıma alacağım birkaç gönüllü fedai ile şu biraz aşağıdaki boğazı tutarım. Çin kuvvetleri buraya gelinceye kadar en az iki saat vakit var. Biz de fedailerle onları en az iki saat durdururuz. Sizler de bu dört saat içinde Hindistan’a gidersiniz.Böylece çoluk çocuk bu insanların hayatı kurtulmuş olur. Ancak bunu bir saat olur mu olmaz mı diye konuşursanız bu karar da bir işe yaramaz. Hemen kararınızı vererek harekete geçmeniz lazım demiş.

Derhal bu çözüme karar verirler. Kafile acele toplanırken adı Murat olan o genç çok iyi silah kullanan dört gönüllü alır. Gönüllü olan gençlere Murat, “Çok dikkatli olacaksınız. Her biriniz en az on Çinli devirmeden ölmeyeceksiniz! gibi sözler söyler. Sonra da şehitlik hakkında bazı hadisler, ayetler anlatarak gönüllülere moral verir. Kafile kısa sürede toplanır.Yola çıkmaya hazır hale gelir.Kafile yola çıkmak üzereyken boğazı tutmaya gönüllü olan gençler gözyaşları içinde yakınlarıyla kucaklaşarak vedalaşırlar.Vedalaşanlar ebediyen ayrıldıklarını biliyorlardır.

Buraya kadar heyecanını saklayan İsa Yusuf Bey sözlerini tamamladıktan sonra epeyce bir süre daha sustu.Bekledi. Gençlerle vedalaştığı anı anlatırken kulaklarına kadar kıpkırmızı oldu.Gözleri dolu dolu olan İsa Yusuf Bey’in heyecanı doruk noktasına çıkmıştı.İsa Yusuf Bey, tekrar konuşmasına başlarken duygularını saklayamayacak haldeydi.

Bizim kafile, gruplar halinde hareket ederken yanındaki mücahitlerle biraz aşağıdaki boğaza doğru gitmek üzere olan Murat geri döndü ve bana dedi ki ;” İsa Efendi, sana çok güveniyorum! Yanımızda duran birkaç kişiyi göstererek, bunlara hiç güvenim yok!Ama sana çok güveniyorum.Hür dünyaya ulaşınca bizim halimizi,karşılaştığımız bu insanlık dışı Çin zulmünü bütün dünyaya anlatınız!Eğer bir gün, İsa Efendi, eğer bir gün olur da evladı ıyal ( çoluk çocuk) derdine düşersen, bizi unutursan bil ki kıyamet günü iki elim yakanda olacak, İsa Efendi! dedi. Sonra da bir gün de olsa bu davayı kenarda bırakmayacaksın, İsa Efendi. Bana söz ver” dediği zaman orada bulunan herkes ağlıyordu.

İsa Efendi artık kendini tutamaz haldeydi. Gözyaşları sel olmuştu.

Sadece güçlükle “Ben Murat’a söz verdim! Onlar yüce bir dağ başında, kuş uçmaz kervan geçmez bir dağ başında bizim için şehit oldular. Bir gün de olsa bu yoldan asla vaz geçmem.Ben Murat’a söz verdim! Ben Murat’a söz verdim! diyordu.

Artık Mehmet Bey de göz yaşlarına söz geçiremiyordu.

Karşısındaki insan sıradan bir insan değildi. Himalayalar kadar büyük olan bu dava adamı sanki Himalayalar’ın üzerinden bütün insanlığa sesleniyordu:

“Bir gün de olsa bu yoldan asla dönmem!Asla, Asla”

“Ben Murat’a söz verdim!”

“Ben Murat’a söz verdim!”

Hikaye burada bitiyor sevgili dostlar. Özer abi bu hikayeyi Uygur camii avlusunda ihtiyar Uygur Türkü olan kardeşlerimize , Türk’ün dağı olan “Tanrı Dağlarının” eteğinde anlatmıştı. Özer abinin de ifade ettiği üzere bu dağlar bizim tarihimizin ruhuydu, omurgasıydı. Dünyada hiçbir dağ bizim için bu dağlar kadar değerli ve manalı olamazdı. Olamamıştır da…

Macaristan’dan ayrılırken Özer abiye: “Abi Kırşehir’de bizim Kırklar Meclisimiz diye bir Meclisimiz var. Her ay toplanıp şehrimizin ve ülkemizin sorunlarını konuşuyoruz. Gelmek ister misin? diye sormuştum.Sağ olsun davetimize icabet etti ve geleceğini söylemişti. Bu ayın sonuna doğru kendisi Kırşehir’e gelerek Kırklar Meclisinde söyleşi yapacak. Tanımayanlar için bir tanışma fırsatı olduğunu şimdiden söylemeliyim.