Yazar Hakan Mengüç'ün dediği gibi "Ben iyi olayım, iyi beni bulur..."
Bir gün bir yolcu çölde bir şehirden başka bir şehre gidiyormuş. Bir ağacın altında otururken bir atlı gelmiş.
+Nereye gidiyorsun?
diye sormuş. Yolcu,
-Filan şehre." diye cevap vermiş. Atlı,
+Ben de oradan geçeceğim gel gidelim.
demiş. Ata binmiş hızlı gidiyorlarmış. Birden yolcu atlıya,
+Şu ağacın altında biraz duralım.
demiş. Durmuş, biraz oturmuşlar. Sonra yolcu
+Hadi gidelim." demiş, yola devam etmişler.
Velhasıl bahsi geçen şehre geldiklerinde atlı olan yolcuya sormuş.
-Neden o ağacın altında oturalım dedin?
Yolcu cevap vermiş.
+O kadar hızlı gidiyorduk ki ruhlarımızın bize yetişemeyip kaybolacağından korktum.
demiş. Artık zamanı o kadar hızlı yaşıyoruz ki bazen kendimizden bile uzaklaşıyoruz. İçimizde oluşan o koca boşluğa neyi koyarsak koyalım dolmuyor çünkü hızlı yaşayalım derken ruhumuzun bizden geride kaldığını fark etmiyoruz.
Neyzen, akademisyen, yazar Hakan Mengüç “Ben Neyim” eserinde neyin sazlıkta başlayıp neyzenin nefesinde ruh bulup olgunlaşmasını insanın hayatıyla ilişkilendirip anlatıyor. Ve diyor ki,
"Hayatın içinde kazanmak, başarmak ve yetişmek için sürekli koşturdu ama hiçbir şeye yetişemedin çünkü zaman seni artık esir aldı. Öyle hızlısın, öyle meşgulsün ki bedenin artık ruhunun önüne geçti. Şimdi bu kitapta "DURMAYI" öğreneceksin. Yavaşlığı keşfettiğinde bedenin ruhuna kavuşmanın coşkusunu yaşayacak. Burada doğru nefes almayı öğreneceksin."
Peki insanla ney arasında nasıl bir ilişki olabilir ki hiç düşündünüz mü?
Kamış, sazlıkta ince bir fidanken yavaş yavaş belli bir olgunluğa ulaşır. Vakit geldiğinde usta onu doğru bir şekilde keser. Eğer doğru kesilmezse o kamıştan ses çıkmaz çünkü. Hani diyoruz ya ehline denk gelmeyen ziyan olur an da inci mercan da. Sonra kesilen o kamışların kabukları soyulur, belli bir süre bekletilir. Daha sonra içine köz koyulur. Tekrar kurumaya bırakılır. Yeteri kadar kuruyan kamışlara delikler açılır. Üflenir, nefes verilir ve ney kendini bulur.
Peki insan nasıldır?
İnsan belli bir olgunluğa gelene kadar aynı çevre içerisindedir. Dikkat ederseniz yaş değil olgunluk dedim. Sonra vakti geldiğinde o çevreden ayrılır. Tıpkı kamışın kabuklarının soyulduğu gibi insan da ön yargılarından, korkularından ve daha ne kötü huyu varsa hepsinden arınır. Ancak bu belirli imtihanlarla olur. Tabi herkesin imtihanı farklıdır. Bir süre o halde kalır, bekler. Tam "Oldum herhalde, bu kadardı." derken yeni bir imtihanla karşılaşır. Bu da közdür. Yavaş yavaş kendini yer insan. Oldum derken başka bir imtihan gelir. O da deliklerin açılışı gibidir. Artık anlamsız boşlukları vardır içinde çünkü ruhu yoktur. Sonra ne yaparsa yapsın dolduramadığı o boşluğa bir nefes gerekir. O nefes tasavvuf yoludur. Rabbini anmaktadır. Delikleri olan bir kuru kamışa üflendikçe ruh olgunlaşır, varlığını hisseder. İnsan da kendi içinde yönelip Rabbine yakınlaşmak için bazen sessiz, bazen bağıra çağıra, bazen soluksuzca, bazen sadece iki damla yaşla ama her an bir yakarışla ruhuna ulaşır. Sonra sessiz sessiz yanıp da olgunlaşan o ruh artık bir neyzenin üflemesine bakıyor. Kişi de kendi ruhuna üfler. İşte bir ney sesi duyunca insanın gamlanması bundandır. Siz, siz olun ruhunuza satın almak isteyenlere değil, sizi kalbinize döndürüp Rabbinizi hatırlatacak dostlar/neyzenler edinin.
"Başkalarının gürültüsünü değil, kalbinin fısıltısını dinle..."diyor yazar. Farklı makamlarda çalınan ezgiler gibi olsun yakarışlarınız. Yanın, yandıkça rahatlayın, ağlayın, bazen korkun ama hep umut dolu olun. Siz iyi ve doğru olun. Hakan Mengüç'ün de dediği gibi "BEN İYİ OLAYIM, İYİ BENİ BULUR." Vesselam...
Tuğba GÜL