Sazın teline vurup gönlün diliyle konuşan insanların şehri burası…
Abdalların, ozanların, bozlakların toprağı…
UNESCO’nun “Müzik Şehri” diye tescillediği Kırşehir…
Ama ne garip tecellidir ki, bu şehre yolu düşen nice misafir, ozanların sesini duymadan, türkülerine dokunamadan geri dönüyor.
Sanki türküleriyle dünyaya ün salmış bu şehir, kendi sesini biraz kısmış gibi…
Oysa Kırşehir’in sokaklarında bir türkü hep kol gezer.
Rüzgârı hafifçe esti mi Muharrem Usta’nın sesi karışır havaya…
Akşam çöktü mü Çekiç Ali’nin avazı yankılanır bağların arasında…
Bir çocuk gülse, bir gönül sızlasa Neşet’in sazından bir tel titrer içimizde…
Fakat bugün bu kadim sesler, şehre gelen misafirlere yeterince ulaşamıyor.
Bir turist, bir yolcu, bir gönül dostu Kırşehir’e geliyor ama türkülerin nefesini tam olarak hissedemiyor.
Bu da içimde bir hüzün bırakıyor.
Şemsi Yastıman’ın küçük de olsa bir anıtı var mesela…
Şehrin en işlek yerinde, gelip geçen herkesin gözüne ilişiyor.
Ama yetmiyor… Bir anıt ne kadar anlatabilir bir ömrü?
Keşke yanından geçen biri yaklaştığında sensör devreye girse de Şemsi’nin kendi sesiyle okuduğu memleket hasreti havalanıverse göğe…
Bir bozlak yükselse, karşıdaki insanın yüreğine dokunsa…
Kırşehir’e de bu yakışırdı doğrusu.
Neyse ki Neşet Ertaş Türkü Bahçesi bunun güzel bir örneği oldu.
Oraya gelen herkes, ünlü ozanın kendi sesinden bestelerini dinliyor.
Neşet’in avazı, şehrin havasına karışıyor.
İşte bu yüzden Neşet Ertaş Türkü Bahçesi, şehrin kalbinde yaşayan bir anı defteri gibi…
Peki ya diğer ozanlarımız?
Muharrem Ertaş’ın, Çekiç Ali’nin, Şemsi Yastıman’ın ve daha nice ustanın adı neden meydanlarda müzikle birlikte anılmasın?
Cacabey Meydanı’nda onların da anıtları olsa…
Yanlarında öz geçmişleri yazsa…
Butona basınca ya da sensör çalışınca türkülerini kendi seslerinden dinlesek…
Bir insanın yanıbaşından geçerken “Avşar elleri kalktı göç eyledi” yankılansa…
Sarı Yazma’sı, Gönül Dağı’sı havaya karışıverse…
Kırşehir’in kimliğine kimlik katmaz mı?
Ben diyorum ki; bu şehre gönül veren herkesin bu konuyu sahiplenmesi gerek.
Selahattin Başkan ve ekibi başta olmak üzere, bu toprakların kültür irfanına değer veren herkes elini taşın altına koymalı.
Çünkü Kırşehir’in müzik hafızası, sadece geçmişin bir hatırası değil; geleceğe bırakacağımız en kıymetli mirastır.
Bugün Kırşehir’e gelenlerin ozanların türkülerini duymadan gitmesi, tıpkı bir türkü kitabının sadece kapağına bakıp geçmek gibi…
Biz bu kitabın sayfalarını açtırmalıyız; her sayfadan bir bozlak bir türkü yükselmeli.
Kırşehir’in müziği sokakta, meydanda, caddede, insanların kulağında yaşamalı…
Yoksa UNESCO tabelası ne kadar asılı durursa dursun, hak ettiği anlamı tam taşıyamaz.
Benim gönlümdeki Kırşehir, türküsüyle konuşan, sesleriyle yaşayan bir şehir…
Bir gün gerçek anlamda böyle bir müzik şehrine dönüşeceğine yürekten inanıyorum.