Musa Şahin'in 1 nisan 2024' e dair makale yazısı
Şükürler olsun, upuzun bir sefer nihayetinde Medine’ye ulaştık.
Yol boyunca çektiğimiz sıkıntılar ve yol müşkülatından bir nebze de olsa bahsettim. Kısmen yediğimizi, içtiğimizi de yeri geldikçe muhtasaran zikrettim.
Ancak bazı hususlara henüz değinmedim.
İşte bu yazıda ondan söz etmek istiyorum.
Doha’da, Kırşehir’deki sağlıklı beslenme ilkesini uygulamak mümkün değil. Çok sağlıksız bir hayat, şartlar gereği dayatılıyor.
Beslenme; ayaküstü ve hazır gıdaya dayanıyor.
Dışarıdan yemek yeme kültürü çok yaygın.
Gazlı içecekler,meyve suları, hatta alkolsüz bira sudan bile fazla tüketiliyor desek mübalağa etmiş olmayız zannımca. Kelli-felli âlimlerin bildiğimiz biraya alkolsüz diye nasıl caiz fetvası verdiklerini anlamakta zorlanıyorum.
Zamanın bahrinde markette gezerken Mısırlı arkadaşım Cemal'e bira şişelerini göstererek "Bunu içer misin, ne dersin helal mi?" diye yarı şaka sorduğumda gülümseyerek " Ben asla içmem! Neden cevaz verdiklerini bilmiyorum. Haram da demem fakat ismi ve şekli cidden çok mürîp(şüphe uyandırıyor) " diye cevap vermişti.
Dünyanın her ülkesinin açık bir pazarı gibi market rafları.
Özellikle Avrupa, ABD, Çin ve Hindistan'ın ihracat alanı zengin körfez ülkeleri.
Sadece yiyecek –içecek değil neredeyse insan da dâhil her şey ihraç edilmiş.
Hanımın yol için önerdiği biber dolması gayet yerindeydi.
Riyad’da çalıştığım dönemde de gerek umre turlarının gerekse Türkiye yolculuklarının değişmez favori yemeklerinden birisi de biber dolmasıydı.
Ki genellikle yaprak ve lahana sarması ile müşekkel bir surette pişirilip yol azığı olarak hazırlanıyordu.
Doha’dan ayrılmadan önce hanımın istediği dolma biber almak amacıyla Lu’lu Market’e gittim.
Sebze-meyve bölümü hemen girişteydi.
Çalışanların tamamına yakını Hindistanlıydı.
Biberin her çeşidi bulunuyordu: Kırmızı papiya biber, sivri yeşilbiber, köy biberi, sarı biber ve hanımın istediği dolmalık biberler…
Ne var ki dolma biber, alışkın olduğumuz biberlere hiç benzemiyordu. Nasıl yetiştirilmişse kocaman kocaman, yeşil, uzun ve kalın kabuklu, garip bir sebze ile karşılaştım.
Üç dört tanesi tencereyi dolduracak büyüklükteydi. Tezgâhın altını üstüne getirip biraz daha normal büyüklüğe yakın olan biberleri seçtim.
Bir kilodan biraz fazla geldi tartıda. Üst kata çıktım pirinç almak için zira pirinç siparişi de vermişlerdi. Buradaki pirinçler ile memleketimizdeki pirinç türleri oldukça farklı.
Rafların arasında gezerken Riyad’da iken kullandığımız pirinç markasını ambalajından hemen tanıdım. Bir kilogramdan başlayarak üç, beş, on ve yirmi beş kilogramlık ambalajda satışa sunulmuş olan Pakistan üretimi Sanburi markasından üç kg’lık bir poşet alıp market arabasına koydum.
Cidde ‘de iken de devamlı bu pirinçten alırdım; görüntüsü, şekli, büyüklüğü ve tadı bizim pirinçle hemen hemen aynıydı. Marketten eve dönünce hangi pirinci alacakları hususunda zorluk çekmesinler diye markasını gelinime gösterdim.
Hanım, akşam namazından sonra çok emek vererek biberlerin hepsini doldurup pişirdi ve saklama kabına doldurdu.
Yolluğun ana yiyeceği hazırdı.
Diğer yolluklarımız gelinimin yaptığı poğaça, salatalık, domates, havuç, ekmek, Baliva markalı Pakistan bisküvisi ve biraz çerezden müteşekkildi. Yol boyunca içeceklerimizi tesislerde bulunan mini marketlerden temin etmek kolaydı. Akşamdan hazırlanan yolluk ile iktifa etmeyi düşünüyorduk.
Umre günlerinde birkaç defa aşina olduğumuz Elbeyk yeme fikri nicedir mevcuttu ama yol için ağır bir gıda olduğunu çok iyi biliyordum.
Riyad'a varınca oğlum ve gelinim Elbeyk alacağız diye tutturdular.
Hanımla biz dışarıdan yemek yemeye alışkın değiliz.
Üstüne üstlük mis gibi biber dolması varken başka şey yemek akıl kârı mı? Biz, taze dolma biberleri mideye gönderirken oğlum ve gelinim Riyad’da aldıkları Elbeyikleri yediler.
Kalan dolma biber hem yolda hem de otelde aç bırakmadı bizi...
Nasıl bereketli bir yemekmiş ki Doha’dan Medine'ye kadar yol boyunca dışarıdan fazla yiyecek almaya ihtiyaç bırakmadı.
Medine’de kaldığımız süre zarfında ara öğün yemeği oldu.
Mekke yolunda da en lezzetli azığımızdı.
Funduk Lu’lu Nuran otelinde kaç günden beri ikamet eden Batmanlı ana oğula bile ekmek arası nasip oldu biberimiz.
"Nasibuke yusibuke/ Nasibin seni bulur..." diye boşuna dememişler...
Gerçekten öyle; sen Medine'deki bir otelde bekle, ta Doha’da pişen biber dolması 1900 km yol katedip gelsin, otelin lobisinde seni bulsun...
Buzdolabınında muhafaza ettiğimiz için kaç gün bozulmadan... Subhanallah!Aynı hale Malatya’dan Kırşehir’e giderken de şahit olmuştum.
Kurban bayramı tatilini Mucur’da, ailelerimizin yanında ,geçirmek maksadıyla arife günü, yolculuğa çıkmadan hemen önce arabanın tekerleğine, yağına, suyuna baktırmak gayesiyle sanayiye gitmiştim. Araba, mahsus yapar gibi sanayinin içinde arızalandı.
Yağ pompası patlamış.
Elazığlı Ömer usta iki üç saatlik bir uğraşıdan sonra tamirini bitirdiğinde akşam olmuştu.
Yolda yemek için –ki hesapta olmayan arıza bizi mecbur bırakmıştı- döner, Adana kebap ve ayran aldık.
Karnımızı arabanın içinde doyurduk. Bir ayran açılmasına rağmen içilmedi. İsraf etmeye gönlüm razı olmadı.
Birkaç dakika sağa-sola bakındım ayranı vereceğim herhangi bir hayvan bulabilirim ümidiyle lakin yoktu. Bir an için aklımdan köşede bir yere bırakma fikri şimşek gibi parladı fakat içimdeki ses muvafakat vermeyince vazgeçtim.
Ayranın ağzını poşet parçasıyla sıkıca bağlayıp vites kutusunun yanındaki boşluğa koydum. İlerde nasıl olsa bir tesiste mola vereceğiz elbette bu ayranı verecek bir kedi bulurum düşüncesi ilham derecesinde kuvvetliydi.
Yola çıkma, arıza ve tamir meşguliyetinden ötürü LPG almayı unuttuğumu fark etmesem Akçadağ yokuşundan sonra yolda kalacağımız-neredeyse- kesindi. Malatya’nın çıkışındaki bir benzinlikte hem gaz almak hem de namazlarımızı eda etmek için durduk.
Arabanın kapısını açar açmaz karşımızda beliren kartopu gibi bembeyaz, minik, sevimli kedi özenle koruyup taşıdığımız nasibini bekler gibi miyavladı. “ Allah Allah ..Ayranı kimin için taşıdığımız anlaşıldı artık.!” dedim. “Bu hayvancığınız rızkını ayağına kadar bana taşıtan Allah’ın şanı ne yücedir!” cümlesi döküldü dudaklarımdan. Yavrucak ne kadar süredir açtı kim bilir ki küçük diliyle kıza bir sürede ayranı bitirdi.
"İnsanlar kuşlar gibi hakiki bir biçimde tevekkül edebilseydi Allah'a sadece sabah yuvadan uçmak kâfi gelirdi rızık kazanmak için. Belki o kadar çabaya bile lüzum kalmazdı" sözü boşa denmemiş galiba... Rızkın aynen ecel gibi hatta ecelden daha acûl olduğunu bir kez daha anlamış olduk.
Hakikatte, kim, üç metre kefenden başka ne götürmüş ki ebedi âleme! Neden sonu gelmek bilmeyen servet biriktirme yarışının peşinde geçiyor ömrümüz? Bitmek bilmeyen sahip olma hırsının kölesi oluyoruz anlamak zor.