Müslümanlar ’ın hayat kitabı Kur’an’ı Kerim’i hakkıyla ve kemali ciddiyetle okumayı terk etmesinin üzerinden asırlar geçti.
Müslümanlar ’ın hayat kitabı Kur’an’ı Kerim’i hakkıyla ve kemali ciddiyetle okumayı terk etmesinin üzerinden asırlar geçti. Kıraat düzeyinde Ramazan ayında mukabeleler vesilesiyle Kur’an’la meşguliyetimiz devam etti. Ancak hakkıyla okumanın alt bileşenlerinden olan tefekkür, tedebbür, tezekkür ve teemmülü bıraktıktan sonra oldu zaten ne olduysa. Yeryüzünün hükümranlık yetkisi elimizden alınmaya başladı ve nihayet ahkâmıyla amelin tümden bırakılması İslam coğrafyasının. Küfrün ve şirkin boyunduruğu altına girmesine yol açtı.
Yüce kitabımızda şöyle buyuruluyor: “ Şüphesiz ki bu Kur’an en sağlam ve en doğru yola götürür. Salih amel işleyen Müminleri büyük bir ecirle müjdeler.”. Bakara suresinin hemen başlarında ise muttakiler için hidayet rehberi olduğu haber verilir. Hakkı ve batılı ayıran bir ‘furkan’ olan kitabımızın bu hususiyetinin tezahür edebilmesi için insanın zahiri ve batınında müessir olması lazımdır. Hidayetin ve ontolojik/kevni yaratılışın delilleri bulunmaktadır. Bu delilleri görebilmek için bazen Mushaf’ı tertille bizzat okumak gerekir, bazen de ilim sahibi birisinin delaletine ihtiyaç duyulur. Her iki halde de basiretle bakmayı bilmek gerekir.
Kur’an’ı sadece hakkıyla okumak yetmez hidayete ulaşabilmek için ona kavi bir imanla inanmak da icap eder: “Kendilerine kitap verdiklerimiz onu hakkıyla okurlar ve ona iman ederler.” Vahyin faydalı olması okuyanın ona nasıl yaklaştığı ve hangi gözle baktığıyla sıkı bir ilişki içindedir. Bazen, ‘sabah akşam okuduğumuz Kur’an, hançeremizden aşağıya inmediğine göre bizim inancımızla alakalı bir nakısa mı var?’ diye düşünmekten kendimi alamıyorum.
Kur’an’ı Mecid’in muhtevasını hayatında tatbik etmeyen fertlerin daveti, tebliği kısır/akim kalır. Müspete karşılık bulmaz. Bu, değişmeyen bir sünnetullah kaidesidir. “Yoksa siz, Kitabı okuyup dururken, başkalarına iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Akletmiyor musunuz”. ?Tebliğ, davet ve nasihat en güzel üslupla yapılmalıdır. Bu fiiller, çiftçinin tohum saçmasına benzer. Tohum saçan kişinin saçtığı tohumlardan bazısı verimli toprağa düşer ve hemen gelişip büyür. Bazısı taşlı, aylan toprağa düşer, çabuk çıkar fakat bir müddet sonra gün dönünce sararıp haşiş olur. Bir kısmı da ot tohumu/kökü olan toprağa isabet eder. İçinde delice, yağlıca, süpürge otu, hardal vb zararlı otlar da ekinlerle birlikte boy verir. Bir süre sonra da ekini bastırırlar. İslam’ı anlatma makamında olanların Kuran ahlakını içselleştirmesi elzemdir. Yoksa hali, kavlini tekzip eden davetçiler ortaya çıkar ki bu da garabet bir durumdur.
Kur’an’ı Kerim’in çağa uygun hükümlerini ön plana çıkarıp dini onlarla anlatmaya çalışmak, diğer hükümlerini ise modern aklın makuliyet alanına çekmek gayesiyle aşırı ve mesnetsiz tevil/yorum yapmak Kitabı inkâr etmenin ta kendisidir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “ Yoksa siz Kitabın bir kısmına iman edip bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden kim bunu yaparsa onun için dünya hayatında hakirlik vardır. Ahirette ise azabın en şiddetlisine uğratılırlar. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.”.
Münezzel vahyi gece vakitlerinde okuyup secdeye giden Ehli Kitap mensupları dahi ayrı bir niteleme ile zikredilir. Bir kısmı, tevil, tağyir vb yöntemlerle tahrif edilen önceki semavi kitapları okuyanlar bir övülürken kuran okuyanların hangi vasıfla muttasıf olacağını iyi tahayyül etmek gerekir: “Ehl-i Kitabın hepsi aynı değildir. Onlardan bir topluluk vardır ki gecenin geç saatlerinde Allah’ın Kitabını okurlar ve secde ederler.”. Vahyin bilgisi yerine kulaktan dolma veya çevreden tevarüs ettikleri ezber bilgi ve bir takım kuruntulara dayalı bilgiye göre davrananlar ayrı bir sınıf olarak özellikle zikredilir: “Onlardan bir kısmı Kitap’ı bilmezler. Boş vehimler ve bir takım zanni bilgilere sahiptirler.”.
Kur’an okumada dikkat edilecek bazı hususlar bulunmaktadır. Bu hususlara riayet edilirse Kur’an’ı daha iyi anlamak mümkün olabilecekken bunları terk etmek anlayışımızın hatalı olmasına yol açabilecektir. Kur’an’ı Kerim okumadan güzelce abdest alarak önce euzu besmele çekilir. Böylece kovulmuş Şeytan’ın okuyucuyla vahiy arasına girmesine mani olunur. Kimin huzurunda, kimin kelamını okuduğunun şuurunda olmayan, Rahman’dan hakkıyla haşyet duymayan kişilerin Kur’an’dan istifadesi nakıs olur. Okunan ayetlerin bağlamı, vurgulanan konular, mesajın mülahhas hali, vakıa ile mütenasip bir ruhi hale bürünme(rahmet ayetlerinde rahmet talep etme, azap ayetlerinde Allah’a sığınma, şükür, hamd, tesbih, tefekkür, tedebbür, teemmül vb makamlarda icabına uygun davranma..), kıssaların güncel duruma tetabuku vb hususlara riayet etmek sahih bir vahiy okuma menheci olarak kabul edilmelidir. Kur’an’a, tıpkı Yahya(as)’nın sarıldığı gibi, sarılmak, o ciddiyetle yaklaşmak, vahyi okurken kelamı kadim’den müteessir olup gözyaşı dökebilmek ne güzel bir ikramdır; belki kurtuluş yoluna girmek demektir.
Kur’an’ı Kerim’i asli diliyle okumak için hiçbir çaba göstermeyen, gösterilmesini veya gösterenleri küçümseyen, ömür boyu başkalarının Kuran’dan anladığı meal ile uğraşan kişiler ne büyük bir hayırdan mahrum kaldıklarını anladıklarında iş işten geçmiş olacaktır. Öyleyse vakit varken bu hayırdan nasibimizi arayalım.