Göl, piknik yapacağımız gövdesi kalın, ucu göğe doğru yükselen koyu ağaçlarla kaplı alanın kurbundaydı.

          Bizden başka üç dört aile de mangallarını yakmışlar nevale hazırlıyorlardı. Bulutlu havanın rengi gittikçe griden siyaha dönmeye başlamış ,gökyüzündeki bulutlar aşağıya doğru inişe geçmişti. Belliydi ki yağmur yağmak üzereydi. Esasında tek yük yüzümüze gelen yağmurun yağmasına rağmen yoğun ağaç müleffatından dolayı yağmurun çisenti halinde indiğinin farkına bile varamamıştık.

           Burada, istidrat kabilinden, şu hususu da ilave eklemeliyim: Yeşildere’deki göletin içinde mevcut bulunan karacığa geçişte köprü vazifesi gören taşların üstüne kıt basan Hikmet ‘in ayakkabıları -mahalli tabirle- cımcılık olmuştu. Ayakkabıların, çorapların kuruması muhalif. Fatih bey, ucu kapalı mavi abdest terliğini vermişti. Yürüyüş esnasında Hikmet’in mavi terliği şaka ve mizah konusu oluyordu. Hikmet de gülerek " Bu ayakkabılar arazi ayakkabısı!" diyerek mukabelede bulunuyor hepimizi gülümsetiyordu.

           Ormanın içinde, su başında, gölün yanı başında kapitalizmin her şeyi paraya tahvil eden para tuzağından uzak ,olabildiğince özgür, yemyeşil, sessiz sakin, sayfiye ve piknik yeri ,kafa dinlemek için fevkalade cazipti. 

Köşe5

          Arabamızı tepeden aşıp gelen rüzgara dulda yaparak sekiz kişinin rahatça oturabileceği bir bankın arkasına parkettik. (Bu alan belediye tarafından kısmen düzenlenmiş, özellikle, mangal ve semaverin güvenle yıkılabileceği beton yerler yapılmıştı.)Semaver işi acemiye bırakılamayacak kadar ehemmiyetli bir mütehassıslık ister. Cidde’de vazifeliyken bu işleri Amasyalı merhum öğretmen arkadaşımız Ahmet Elverdi yapardı. Hepimiz de onun semaverde çay yapmayı nasıl bir sanata dönüştürdüğünü deneyimlediğimizden ötürü o ekipte ise kenara çekilir tavşan kanı çayımızı beklerdik...

          Bildiğimize göre içimizde çok iddialı semaver ustası yoktu, varsa da ön plana çıkmamıştı. Ersan, Ömer, Orhan yapabilirdi. Urfalı Hanifi kardeşimizin bu mevzuda ihtisası olabilir düşüncesine gerek kalmadı. “Koçluk kuzu salda belli olur.” demiş atalarımız. Mahir semaverci de bu alanda ve şimdi tebeyyün edecek diye beklemeye başladım. Yukarıda isimlerini zikrettiğim üç kişi topladığımız  kuru odunları kırıp semaveri yakmaya giriştiler.

          Semaverde duman çıkıyordu çıkmasına da bir türlü ateş görünmüyordu. Ateşi dumana boğuyorlardı. Hikmet ile ben, grubun ak sakallısı olarak, sürekli akıl verip duruyorduk...Tabi "çok biliyorsanız buyurun semaver ellerinizden öper!" cevabını da duyuyorduk duymasına da kulağımızın üstüne yatıyorduk. Böylesi daha emniyetliydi..

         Bu arada Zaza Hafız diye takıldığım grubun neşe ve felsefik malumat menbaı sadık yol arkadaşımız da semaver tutuşturmaya uğraşan semaver timine katıldı. Kartonları ateşin üstüne boca ettiler fakat beş dakika kadar sadra şifa bir ateş şulesi görünmedi. O esnada biraz kenarda fazla iddialı olduğunu izhar etmeyen Hanifi sahneye çıkınca semaverin birisinde tutuşan ateşin alevi borudan dışarı çıktı.” Hanifi bu işi biliyor” dedim.

Köşe4

            Artık bir kere o gömleği kim giymişse üstünde kalacaktı ki semaver işi kendiliğinden Hanifi 'nin zimmetine geçti. Herkes de bunu gönüllü bir biçimde kabul edince Hanifi mecburen çay ocağındaki ocakçının vazifesini deruhte etmiş oldu...Çayın kaynamasına kadar on on beş dakikalık bir zaman dilimi mevcuttu önümüzde. 

           Orhan beyin arabasındaki kuru meşelerle tutuşturduğumuz semaverlerden çıkan acı bir cızırtı ile su kaynarken sanki sema yere yaklaşmış, bulutlar taşıdıkları nemi hafif hafif üstümüze bırakmaya başlamışlardı. Yüksek ağaçlardan bulunduğumuz alana yağmur damlaları daha ziyade düşerken beyaz bir transit imdadımıza yetişti.İki delikanlı indi arabadan. Birazdan üstü kapakla kapatılmış büyükçe bir sac kavurmayı masanın üstüne bıraktılar.

          Etraf mis gibi yemek kokusu ile doldu. İçecekler de vardı. O esnada yağmur iyiden iyiye artmış bizi ıslatmaya başlamıştı. Fatih bey arabanın içinde kapalı bir şekilde duran şemsiyeyi görüp indirmese, sudan çıkmış sıçana dönecektik..

Köşe3

          Şemsiyenin arabada olması elbette ilahi bir ikram, Yüce Allah’ın rahmetinin eseriydi ...Kavurmayı masanın tam ortasına koyar koymaz çekilen besmeleleri, hızlı gidip gelen lavaş ekmekli sokumları hedefe vardıran eller takip etti. Ayran ve şalgam kavurmaya arkadaşlık yaptı. Yalnız yanıma oturan Zaza Hafız’ın şalgamı benden yana koymasından rahatsız olduğum için tatlı bir ikazla “kendi önüne koy, tek elinle tut ,yoksa üstümüze dökülecek!” dedim. Ersan ve Ömer bir yandan kavurmanın yağına bandırdıkları büyük sokumları mideye indirirken bir yandan da birbirlerine takılıyorlardı.

          Ersan, şalgamı masanın kenarına yakın ve Ömer’in kol menzilinde olan tehlikeli bir yere koymuştu. Ömer de içeceğini kendi yanına koymuş bir yandan cev’an karnını doyurmaya çalışıyordu. Esasında pazarda yediğimiz çıkla kavurmadan sonra lezzetli kavurma bütün enzimlerimizi harekete geçirdiği için hepimiz Ömer gibiydik. Çenelerimizden çok ellerimiz ve boğazlarımız aktifti. Yapılan bir espriye kahkaha ile katılan Ömer’in üstüne dökülen şalgam  bir anda sessizliğe sebep oldu.Hemen ardından Ersan’ın tebessümle karışık gülmesini kesen Ömer’in “ Na’aapıyon laa! Üstümüzü batırdın. Naaa’pacaam şimdi ben!” sesi doldurdu masa ile şemsiyenin arasını...

Köşe2

         Şemsiyenin kenarlarından yoğun bir yağmur suyu aşağıya akıyordu. Bayram hoca ve Hanifi 'nin elbisesi iyice ıslanmıştı. Hava; yükseltinin etkisiyle zaten   serin iken yağan yağmurun da yağışlıyla iyice soğumuştu. 
Arkadaşlarımızın bir kısmı yanına baharlık mont, hırka vs bir giysi almadıkları için üzüyorlar fakat serde erkeklik var diye seslerini çıkarmıyorlardı.

        Fatih bey ormanda kısa bir yürüyüş yapabileceğimizi söyleyince iki günden beri zaruri işlerden dolayı ihmal ettiğim günlük rutin yürüyüşlerimin bir kısmını yapmış olurum diye hemen öne geçtim.

        Hanifi, tetavvuan semaverin yanında beklemeyi ve çay demlemeyi tedevvür etti.Biz de orman yoluna girip yemyeşil ağaçların arasında, hala ince ince yağan yağmurun altında bir yandan yürüyor bir yandan da Orhan'a odun topluyorduk. 
On dakikadan biraz fazla süre nihayetinde gerisin geri döndük. Ormanda kaybolacak olsak bütün gezi boşa giderdi. Arkadaşlar üşüdüklerini tasrih edince serî bir biçimde kamp alanına doğru rucuya geçtik. 

Köşe

       Hafif yokuş yolun kenarı kesilmiş, kırılmış kuru ağaç dallarıyla doluydu. Arabanın arkasına koymak üzere kesilip yol kenarına bırakılmış kuru meşe dallarından biraz kalın olanlardan topladık. Daha doğrusu Orhan kuru dallarla ilgileniyordu. Bize de “siz de toplayın ben arabanın arkasına biraz atayım da bağ evinde lazım olur.” deyince hepimiz ikişer üçer kuru meşe dalı alarak beş on dakikalık yürüyüşü hafif yağmur altında tamamlayıp piknik alanına döndük.