Bir Utanç Tablosu mu, Toplumsal Gerçek mi?
Bizim toplumumuzda Cuma günü ibadete gelen insanlarda yardım talebinde bulunulur.
Caminin görevlisi camiye, diyanete yâda farklı kuran kursları adıyla yardım talebinde bulunurlar.
Cami görevlilerin dışında Her cuma namazının ardından Cami avlusunda, kapı girişlerinde ellerini açmış onlarca kişi...
Kimisi yaşlı, kimisi engelli, kimisi daha para nedir bilmeyen çocuklar ve çocuklu kadınlar...
Hepsi bizden bir şeyler istiyor.
Ve biz, her hafta “Allah adaleti, iyiliği, yakınlara yardım etmeyi emreder; kötülüğü, hayasızlığı ve azgınlığı yasaklar” ayetini dinleyip dağılıyoruz. Ama hiçbir şey değişmiyor.
Mescitlerin onarımı diyanetin görevleri arasında değil mi?
Eğer o dilenenler gerçekten muhtaçsa, bu durumda biz gerçek dindarlar değiliz.
Çünkü Kur’an’ın emrini işitip gereğini yapmıyoruz.
Yardım etmiyoruz, sahip çıkmıyoruz.
Yok, eğer bu kişiler bir şebekeye aitse ve dilenmeyi meslek hâline getirmişlerse, bu durumda da yine suçluyuz.
Çünkü toplumdaki kötülüğe göz yumuyoruz, müdahale etmiyoruz, “münkire karşı ses çıkarmıyoruz.
Bir yanda devletin sosyal yardım ağları var: Aile Bakanlığı, vakıflar, belediyeler, sosyal hizmetler…
Diğer yanda yüzlerce sivil toplum kuruluşu, dernek, vakıf.
Peki, bu sistemler ne işe yarıyor?
Eğer hâlâ her cuma cami önlerinde insanlar dileniyorsa, burada ciddi bir aksama, bir görmezden gelme var demektir.
Aslında sorun tek boyutlu değil.
Toplumda bir grup, yardımı kolayına gelen yolla, yani “dilenerek” almayı tercih ediyor.
Evet, bu açıkça “dilenmeyi meslek hâline getirmektir.
Öte yandan, biz de sorgulamıyoruz.
“Gerçekten muhtaç mı, yoksa bizi mi kullanıyor?” diye düşünmüyoruz. Vicdanımıza attığımız sadakalarla günü kurtarıyoruz ama sorunu değil.
Daha acısı, bu duruma alıştık.
Cami görevlisi ve çıkışında biri para istiyorsa, “bu zaten hep burada oluyor” diyerek geçip gidiyoruz.
Her Cuma aynı manzara deyip geçiyoruz.
Ne cami cemaatinden biri rahatsız oluyor, ne görevli uyarıyor, ne de yetkililer duruma müdahale ediyor.
Oysa bu tablo sadece bireysel değil, toplumsal bir ayıptır.
Camilere yapılabilecek en büyük saygısızlık, onları birer “dilenme merkezi ”ne dönüştürmek ya da buna sessiz kalmaktır.
Cami; yardımlaşmanın, dayanışmanın, kardeşliğin yeri olmalıdır.
Gerçek ihtiyaç sahiplerine orada el uzatılmalı, bir daha el açmalarına gerek kalmamalıdır.
Dilenmeyi meslek hâline getirenlere ise hukuki ve sosyal yollarla dur denmelidir.
Bu utanç veren konuya artık duyarsız kalamayız.
Sadece bireysel değil, kurumsal, toplumsal ve hatta dinî bir sorumlulukla hareket etmeliyiz.
Çünkü ya biz Müslümanlar Allah’ın emrini duymuyoruz, ya da duyup da gereğini yapmıyoruz.
Her iki ihtimal de, bizim “din anlayışımızda” ciddi bir problem olduğunu gösteriyor.
Şimdi şu soruyu kendimize sormanın tam zamanıdır:
"Neden dilencisi en çok bizde?"