Zamanın tozlu raflarında duran küçük anılar vardır. Bir koku, bir şarkı ya da gece yarısı ansızın düşen bir düşünce… Hepsi kalbimizin sessiz odalarında yankılanır.
Eskiden düğün arabalarının arkasına bağlanan tenekeler vardı. Çocuklar kahkahalarla arabaların peşinden koşar, havaya savrulan bozuklukların peşinde yere kapanır, sonra hep birlikte gülüşürdük. Tenekelerin çıkardığı ses, sokakta yankılanır, herkesin yüzüne istemsiz bir gülümseme yayılırdı. Şimdi o sesler yok, o koşuşturmalar yok. Ama belleğimizde hâlâ canlı; tıpkı bir film karesi gibi gözümüzün önüne gelir.
Bir bayram sabahı yeni ayakkabıların gıcırtısını hatırlarsın mesela… Sokağın köşesinde bekleyen komşuların “iyi bayramlar” deyişini. Çocuk kahkahalarının çınladığı, kapı önlerinde bakır leğenlerde yıkanan üzüm kokusunun eve yayıldığı günleri. Bazen bir rüzgar eser, eski bir koku sürükler gelir; o an, tüm çocukluk hatıraları gözünde canlanır. Çiçeklerin arkasından gizlice kaçan güneş ışığı, bahçedeki salıncağın hışırtısı… Küçük detaylar, büyük mutluluklara dönüşürdü.
“Görünmez bir rüzgâr gibi sessizce dolaşır içimde hisler; sen fark ettiğinde, tüm yaralar birden yumuşar, kelimeler susar, kalbim kendi şarkısını mırıldanır.”
— Birsen Eker
Sokak lambasının altında oynanan saklambaçları düşün… Bir köşe başında “ebe” beklerken kalbinin hızla çarpmasını, saklanırken nefesini tutmaya çalışmanı. Gün batımından sonra eve geç kalan çocuğa kızılmaz, aksine mahalledeki sesler ona güven verirdi. Tahta kapının gıcırtısı, komşunun pencere perdesinin hafifçe dalgalanması… Her ayrıntı bir ritim, bir hatıra oluştururdu. Şimdi o sokaklarda sessizlik hâkim; çocuk sesleri yerini telefon ekranlarının ışığına bıraktı.
Kış akşamlarını hatırla… Sobanın üzerinde kaynayan kestanenin çıtırtısını, yanına konmuş demlikteki çayın buharını. Aile bireyleri aynı odada toplanır, sohbet eder, birbirini dinlerdi. Televizyon varsa bile herkesin bakışları aynı noktada birleşirdi. Şimdi her evin içinde ayrı bir ekran, her bakış kendi köşesine çekilmiş durumda.
Ve büyüklerimizin öğütlerini… “Azıcık aşım kaygısız başım” derlerdi. “Komşu hakkı gözetilmeden huzur olmaz” diye nasihat verirlerdi. Kapı önünde sohbet etmeyi, selam vermeyi, gönül almayı öğretirlerdi. Verilen emeği, yapılan iyiliği ve gösterilen sabrı inkar etmemek gerekir. Küçük güzellikler, sessizce yapılan iyilikler, kadın haklarına saygı ve eşitlik… Bunlar hayatın temel taşlarıdır. Zorluklar, hızlı akan zaman ve değişen şartlar içinde bazen gözden kaçsa da, bu değerler hep kalbimizin rehberidir. İyilik yapmak sessiz olmalı; göze sokularak değil. “Bunu ben yaptım” demeye gerek yok; iyilik kendi ışığını sessizce yayar.
İşte hatıralar böyledir; bir yanıyla gülümsetir, bir yanıyla hüzünlendirir. Dün, ağır adımlarla ilerleyen bir yolda sabırla büyürken; bugün koşarcasına geçen günlerin içinde nefeslenmeye çalışıyoruz. Hatıralar, sessiz bir şarkı gibidir; dinlemeyi bilen için her notasında hem hüzün vardır hem de huzur. Rüzgarın esintisiyle yaprakların hışırtısı, sokaktan gelen kahkahalar, sobadan yükselen dumanın kokusu… Her biri zamanın içinde saklı birer küçük mucize.
Peki ya sen, bugününü yaşarken yarın hatırlayacağın güzellikleri biriktiriyor musun? Son zamanlarda ajanda doldurmak, güzel anıların bir fotokopisini alıp defterine yapıştırmak, gidilen yerleri motivasyon sayfasına kaydetmek harika bir yöntem. Hatta buna journal da deniyor; kendine özel, hatıralarını ve düşüncelerini biriktirdiğin bir alan. Çöp sayfası da ekleyebilirsin; kötü günleri, unutmak istediğin anları oraya yazmak, zihnini hafifletir ve değerli anılarını daha berrak görmeni sağlar. Böylece her gün biriktirdiğin anılar, zamanla senin kendi hikayen hâline gelir.
Gözlerden saklanan küçük iyilikler, en parlak hatıralara dönüşür. Sen hangi sessiz ışıkları yaktın bugün?
— Birsen Eker