Garfield’la Büyüyen Çocukluk

Bazı sabahlar vardır; ne kokusu unutulur ne de sesi…

Benim için çocukluğumun en kıymetli sabahları, Garfield’la uyananlardı. Henüz kahvaltı kokusu mutfağa sinmeden, ben çoktan ekran başında Garfield’ın o umursamaz, hafif uykulu bakışlarına teslim olurdum. Ne çok şey kattı bana o turuncu, tembel kedi… Sadece bir çizgi film değildi; o, sessiz bir sırdaştı çocuk ruhuma.

Garfield, her haliyle yaşamın ta kendisiydi. Sevgiyi de gösterirdi, kızgınlığı da. Kimi zaman miskinliğe kaçardı ama içten içe hep hayata dair söyleyecek bir sözü vardı. Lasagna’ya olan zaafı mesela… Belki de o, küçük şeylerle mutlu olmayı öğretti bana. Karnın tok, bir yanın sıcaksa hayat güzeldir diyordu sanki. Gülümseyerek, sessizce.

Bugün 19 Haziran. Garfield Günü. Belki de kimsenin haberi yok, ama ben onun için küçük bir kutlama yapıyorum içimde. Çünkü bazı karakterler vardır; yalnızca bir döneme değil, bir kalbe dokunur. Garfield, çocukluğumun renkli sokağında hâlâ miskin miskin yürürken, ben büyüdüm, değiştim. Ama onu izlediğim o pencereli oda hâlâ hafızamda yerli yerinde duruyor. O koltuğun kenarında, bacaklarımı sarkıtarak izlediğim her bölüm, bana kendi iç sesimi dinlemeyi öğretti.

Bugünün çizgi filmleri… Renkli, hareketli, dijitalin tüm ihtişamını taşıyorlar ama garip bir şekilde sessizler. İçinde huzur taşıyan sessizlik değil bu; daha çok eksik bir şeylerin çığlığı gibi. Eskiden bir karakterle bağ kurardık. Onun gibi düşünür, onun gibi üzülür, onun gibi gülerdik. Şimdi her şey hızla gelip geçiyor ekranlardan. Ama biz, Garfield’ın ağır adımlarıyla tanımıştık hayatı. Belki de o yüzden onun temposu, kalbimize daha çok yakışmıştı.

Garfield’ı sadece izlememiştik biz, onunla düşünmeyi öğrenmiştik. Kendin olmanın, gürültüsüz bir neşeyle hayatı yaşamanın küçük bir sembolüydü o. Tembel sanılan ama aslında ince ruhlu bir filozof kediydi. Bize çocuk yaşta, kimseye benzemeden de sevilebileceğimizi anlattı. Kendinle barış içinde yaşamanın, bir başarının en doğal hali olduğunu öğretti.

Bugün, Garfield Günü’nde, içimde tarifsiz bir minnet var. O kahverengi koltuk, o sıcak çizgiler, o hınzır gülümseme... Hepsi bir maceraydı aslında. Bir çocuğun büyürken tuttuğu en masum eldi Garfield.

Şimdi ben bu satırları yazarken, çocukluğumun o tembel dostuna göz kırpıyorum. Ne güzel şeydi seni tanımak Garfield… İyi ki yollarımız kesişti. Umarım bugünün çocukları da kendi Garfield’larını bulur; biraz miskin, biraz muzip, ama yüreği dolu dolu…

Garfield’a ve çocuk kalabilen tüm yüreklere...